Sultan Abdülhamid Han’ın bulaşıkçılık yapan eşi

sultan-abdulhamidhanAşağıda  426 yıl ara ile yaşanmış bizimle ilgili  ibretlik iki ayrı hikâye anlatılmaktadır.

Birinci hikayemiz; Fransa Kralı I. François’nın Şarlken ile yaptığı savaşı kaybederek esir düşmesi ile Kral’ın annesinin, oğlunu kurtarması için Cihan İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman’a  yazdığı mektuba Kanuni’nin verdiği cevapla;

İkincisi; bir Cihan İmparatorluğu kurmuş hanedana mensup ve aynı zamanda bir İmparator’un eşi olmasına rağmen, 1950’li yıllarında Fransa’da bulaşıkçılık yaparak geçinen 2. Abdülhamid’in eşi ve kızının yurda dönüşü ile ilgilidir.

Esir düşen Kralın annesine Kanuni’nin o çok bilinen ünlü cevabı;


-”Ben ki,

Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân’ın torunu, Sultan Selim Hân’ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım.”


“Sen ki,

Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun.

Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istida etmişsiniz (istemişsiniz). Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim.

Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. (Allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun.) Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. Böyle bilesiniz.” Ocak 1526 (1)

Ve aradan yaklaşık 426 yıl geçer…

Merhum, Adnan Menderes 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa’ya gider.

Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak;

– “Osmanoğulları ailesinin Paris’te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?” diye sorar.

Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde;

– “Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der. Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir.

Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.

Devlet-i Aliye’nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han’ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.

Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır ve;

 “Anne ne olur affet bizi, geç geldik” der.

Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına;

– “Sen kimsin”? diye sorar. Menderes de;

– “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıyım” der.

– “Ben başbakanım” sözünü duyan koca sultan sevinçten öyle bir çığlık atar ki kalbi duracak gibi olur, bayılır.

Menderes Türkiye’ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkar.

– “Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım” der. Celal Bayar da;

– “Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilal yapar” der.

Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.

Mektupta şunlar yazılıdır:

– “Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes.”

Menderes’in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer.

Dönüş:

İstanbul’a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid’in hanımı ve kızı da vardır.

Bir sabah erken saatte Teşvikiye’deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi Menderes’tir.

– “Şayet kabul buyururlarsa Valide Sultan’ı görmek isterim” der.

Başında tülbent elinde tespihiyle Menderes’i karşılayan Şefika Sultan;

– “Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz…” der. Başbakan da;

– “Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş bulduk…” demesinden sonra Şefika Sultan;

– “Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık” der. Menderes de;

– “Zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek hayır duanızı almak ve bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim” der.

Ayrılırken daha sonraları Yassıada da onun da hesabının sorulduğu şişkince bir zarf bırakır. İşte Menderes’in amansız suçlarından birisi budur.

Sormak gerekir;

Ecdadımız bunları hak etmek için ne yapmıştır?

Sabık Sultan Vahdettin’in tabutu da bilindiği gibi alacakları nedeniyle İtalya, San Remo’daki  kasap ve bakkal tarafından haczedilmiştir.

Paylaş:

Yorum yapın